31 Ağustos 2009 Pazartesi

Sürahi'nin Yarısı Boş?!

Son 5-6 yıldır olduğu gibi bu yaz yine ebeveynlerim tatile gitti ve abimle birlikte bekar evi muhabbeti yapıyoruz. Her şey şahane kafama göre takılıyorum evde, daha bi sakin. kimse kimseye karışmıyor. Gerçi sağolsunlar evdeyken de fazla karışmıyorlar. Çok şükür. Hamd olsun... Şaka şaka.

Asıl derdime gelelim. Küçücük minicik bir takıntım var. Çok basit bir şey! Elbet herkesde vardır, çoklu veya tekli olarak herkes bünyede bulunduruyodur bunları. Benim ki de şöyle: "Mutfağa gittiğimde sürahide soğuk su var(dır)". Gerçekten bu hep böyle olmuştur; ben doldururum, annem doldurur, babam doldurur, abim doldurur(!)... Lakin bekar evi moduna girince olaylar değişiyor biraz. Mütemadiyen o sürahilerin dibinde serçe parmak kalınlığındaki suyla karşılaşıyorum. Çıldırıyorum! Böyle çıldırmak istemezdim ama bu benim suçum değil! Sürahinin suçu da değil sanırım. Su içen bir sürahim olduğunu düşünmek bile istemiyorum.

Hemen çözüm ürettim. Annem gitmeden limonata yapmış falan. Sabahtan akşama kadar limonata içiyorum! Çok keyifli! Bu da böyle bir şey işte. iyi geceler uykum var...

Not: Süper-Stajyer hala gitmemiş. Ofiste ihtiyaçları varmış ona...

28 Ağustos 2009 Cuma

Uykuya Direnmek

Çok gereksiz çok! Yorulmuşun etmişin, daha niye oturursun be herif?! Yat uyu güzel güzel! Hem bak elin ayağın titro artık bi' dinlen! Ama yoook, ben bu blogu yazmadan rahat etmicem! Henüz ne yazacağıma karar vermemiş olmama rağmen yazmadığım için çok kaygılıyım. Heni şey gibi, sakalına artık bir şekil vermen gerekir, işler çığırından çıkmıştır ama aynanın karşısına geçip "öff ben napyım ki bu sakala şimdi?!" demenle birlikte her yanını saran bir kararsızlık ve şiddet dolu bir duygu gibi, gibi...

Bak gözlerim kapanıyor. Gözlerim kapanıyor diyince aklıma geldi, bugün diğer stajyer arkadaşla birlikte abuk sabuk bir iş yapıyoduk. Yeni yapılacak olan geminin projesiyle ilgili bazı veriler giriyoruz. Bilen olur belki primavera denilen hoş bir proğğram üzerinden. Ben klavyeye yumuşmuşum o bana rakamları okuyo, ben de yazıyorum falan filan ama inanılmaz göz yorucu bir iş. Bir süre sonra gözlerim kahvemin içine düşücek sandım... Çok iğrençmiş bu dediğim yalnız. Aslında öyle hissetmemiştim aklıma geldi şimdi. Her neyse, bir süre sonra ara verdik çünkü yaklaşık 1300 satır veri giriyorduk. Ben yeni kahve almak için kalktım kahvemi yaptım esniyorum falan. Geri döndüğümde arkadaşı çok derin düşüncelere dalmış buldum. İşaret parmağıyla alnını desteklemiş bir şekilde duruyordu, "sanırım evrenin sırrını çözmek üzere" dedim ve rahatını bozmadan yanına oturdum. Bir süre tavana baktım, sonra asla demonte olmayan promosyon kalemi demonte edebiliceğime inandım onu kurcalıyordum kalemin elimden düşüşüyle birlikte arkadaş irkildi. "Niye uyandırmadın ya?!" diye sitem etti, içindeki suçluluğu hissediyorum. Benim her sabah telefonumla aramda geçen dialoğun daha kibarıydı. Sonra bana rüyasını anlattı, rüyasında tersane otel olmuşmuş 10 kat yükselmişmiş, ama hala tersaneymiş...

Ben uyuduğumda böyle olmuyor ama. Sabah 8.00 civarı (hangi 8?!) varmışım ofise hakk-ı rahmetime kavuşmama ramak kalmış, ölümün soğuk nefesini kulak mememde hissediyorum. Sonra kafam 1500 megaton oluyor, bedenim kaldırmıyor. "Az yatıyom ben çok ses etme arkadaş... mırmırmır..." diyorum ve kafamı masaya koyuyorum. İşte o güzel an, çayırlarda koşan arda oluyorum, vernel reklamlarında mı ne vardı o mekanik ayıcık, onun gibi. Kumaş fetişi vardı onun kesin, sübliminal olarak kumaş fetişini yayıyordu. Herneyse o ayıcık modunda takılıyorum herşey çok sakin ofis zaten huzur yuvası gibi, herkes sakin. Bu rahatımı huzurumu quasi-nirvanamı bozan bir kaç çirkin olayı sayıcam:

1)Kat görevlisi sandalyemin arkasına çarpar, kasten yapmıştır, arkasına bile bakmaz, sonuç: sıçrarım
2)Geriye doğru yatmışsam, Engin Bey kafama çarpar ve "02 Stajyer, uyuma!" der, sonuç: "Eheh tamam, hınımınımınımınım..."
3)Diğer stjyer arkadaş (kendisi yanımda oturur ofiste) kahvesini masaya çarparak sesin katı ortamda daha hızlı hareket etmesinden yararlanmak suretiyle beni rahatsız eder, sonuç: "Eee birader, naber?"

3 adet madde olmasına ramen bunlar her seferinde kasıtlı veya kasıtsız uygulandığı için bir süre sonra dengemi yitiririm ve adeta gözlerim açık uyurum! Beni rahatsız eden nokta şudur ki: Diğer stajyer 8. uykusunu uyurken ben daha REM evresinde neden uyandırılırım? Açıklamasını biliyorum, diğer stajyer arkadaşın adı "süper-stajyer" adeta bir süper kahraman! Tüm işleri ezbere yapabildiği için belkide. Kuşkum şudur ki, o adam o kadar efsane bir stajyerlik dönemi geçirmiştir ki, benim vasat üstü performansım onları kesmiyecek! Gazı vermişler adama, bir şey sorunca azarlarcasına bir cevap almak ve öğrenmekten çok benim oracıkta sinir katsayılarımı yükseltmesi bana bir miktar daha medeni sabır kattı. Seni seviyoruz süper-stajyer! Yolun açık olsun, umarım yarın ki son gününde explorer geçmişinden benim blogumu bulup bunları okumazsın... Okusan da zaten...

Artık uyku vakti geldi, bir şeyler yazabildim belkide ama kesmedi, güzel olmadı, çalamadım ben bu sefer, uykum var. İyi geceler ey ademoğlu! (Karesioğulları vardı, onlar ne oldu? Karekökoğullarıyla kapışmışlar diye duydum en son!? Kötü oldu bu giderayak...)

27 Ağustos 2009 Perşembe

Toplantıya Çağırılmamak

Bir of çeksem... Bi' halt olmaz aslında. Ancak içimde bir sıkıntı, oturdu vallahi. Ofiste boş boş oturuyorum şu an ve departman müdürü aniden elinde bir bardak sütle durdu. Ben "acaba aklından neler geçiyo?", "acaba süt sıcak mı?", "süt içse dili yansa müdür olması yoğurtu üfleyerek yemesine engel olur mu?", "hebele"... Derken "arkadaşlar bi' odama gelin anlatıcaklarım var!" dedi, sütle bir alakası yokmuş adamın söyliceklerinin.

Umudumu yitirmedim, hala odasında ki toplantıda sütün faydalarını karakteristik özelliklerini falan anlatıcak diye hayaller kuruyordum ancak toplantıda alınan kararları aktarmaya başlayınca hayallerim süte düştü. Beni asıl sıkan nokta bu değil aslında. Herkesi toplantıya çağırdı, diğer stajyer arkadaşı bile! Hatta herkes birbirinden habersiz ona "hadi sen de gel", "haydi gel içelim" tarzında şeyler söylediler. Ancak bana kimse bir şey demedi. Dış kapının dış mandası olarak tüm toplantıyı dinliyorum. Üstelik defterimi yazarken yanıma gelen kat görevlisiyle aramda ilginç bir diyalog geçti:

Görevli: Sen nasıl yazıyon öyle yau?
Arda.Bay: Neyi nasıl yazıyorum? (yazımın ebatları ve miktarıyla alakalı sanırım)
G: Yoh yoh o elinin hali ne, nasıl eyle yazıyon ki?
A: Ne varmış elimde yahu?

Dememle adam elimin taklidini yaptı. Bir an peygamber devesi stiliyle kung-fu yapıcak zannettim. Öyle büktü bileğini! Benden tiz bir tonla "Ehi alışkanlık işte..." cümlesi fırladı. Üstelik daha fazla gözlem yapabilmek için bir kaç dakika daha başımda bekleyip yazımı inceledi. Resmen adam üzerimde ergonomi çalışması yaptı bu esnada... Gittiğinde yazımı tamamiyle unutmuştum. "Allah belanı..." diye başladım ki çoktan "I'm singing in the raaiiin... dutdut durudut..." diye mırıldanarak gitmişti... Şaka şaka türkü söylüyodu sanırım.

Diğer stajyerin bu yazıyı görmesi benim repütasyonumu(!) sarsıcağından Ben burda bitiriyorum. Zaten hızlı hızlı yazıyorum, toplantının bitiş kıvranmalarını duyuorum "eveet", "işte böyleee", "evet arkadaşlaar" diye sesler geliyor. Kendinize iyi bakın, kavunları çok sıkmayın, karpuzlara çok vurmayın. Ramazan davulcusuna vurun... Sıkılmayın onun için diyorum. Hadi publish edelim "pisssmilll"... Bu arada Bismil diye bir yer varmış Diyarbakır'da, Pismil imiş eski adı. Pis dere, demekmiş. Bataklıkmış kendileri. Her şey daha anlamlı. Ahanda toplantı bitti!

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Pisssmilll...

Hayırlı bir başlık evet. "Pissmilll" in ne olduğunu bilen elbet vardır ama asıl konu bu değil. Sadece yaşlı teyzeler dolmuşa binerken falan "pisssmilll..." diyolarsa vardır güzel bir sebebi ve kavun da kabakgillerdense başlık bu olmalı bu yazıya. Hadi hayırlısı...

Asıl konuya gelelim mi? Gelelim, tabi. Eiiingh...ımmmfshh... Şaka yapmışım asıl konu yokmuş aslında! Belki sadece yorgunum, belkide sadece midem kavun dolu olduğu içindir! Bunu şu anda bilemeyiz üzerinde çalışmak lazım. Neden bu kadar kavun yiyorum bilmiyorum ancak bal gibiymiş şerefsiz! Ama neden yorgun olduğumu çok iyi biliyorum. Sabah 5te kalkmak, 8de mesai başlar 12.30-13.30 mola (tek sıgara içilebilir zaman), 18.00da mesai biter. 35dk'dan günde 70dk tren (bu yine iyi geçen yaz 60dk sadece gidişi tutardı, pehh). Bu yorucu bir şey, şakaya gelmiyor. İnsanın yaşam düzeni 1 saat kayınca doğal olarak sabah kalkmak imkansızlaşıyor. Nereye varıcam bilmiyorum bu yazıyla. Galiba bittim şu anda, yaşam enerjim gitmiş. Çok sıkılıyorum ey blog... Lakin sonraki günlerde güzel başlıklarla "summon" olmam çok muhtemeldir. Hayata olan inancınızı kaybetmeyin ve kavunun kabakgillerden olduğunu unutmayın!